Japonya’ya Gitmeden Önce ve Gittikten Sonra Aklımda Olan Her Şey: Kapsamlı Bir Gezi Notu
1. Japonya Nerede?
Japonya'nın tam olarak nerede olduğunu gitmeden önce birkaç kez Google Maps'ten kontrol ettiğimi itiraf edeyim. Coğrafi olarak Japonya, Asya kıtasının doğusunda, Pasifik Okyanusu’nun batı kıyısında, Çin, Kore Yarımadası ve Rusya’nın doğusunda yer alıyor.
Yaklaşık 6.800 adadan oluşan bir takımada ülkesi. En büyük dört adası Honshu, Hokkaido, Kyushu ve Shikoku. Türkiye’den Japonya’ya direkt uçuşlar genellikle Tokyo veya Osaka’ya yapılıyor. İstanbul’dan Tokyo’ya direkt uçuş yaklaşık 11-12 saat sürüyor.
2. Japonya'ya Ne Zaman Gidilir?
Bu gerçekten çok önemli bir soru çünkü Japonya’nın her mevsimi farklı bir yüzünü gösteriyor. Ben Nisan ayında, yani sakura zamanı gittim ve sanırım en güzel dönemi bu. Kiraz çiçeklerinin açtığı o haftalarda parklar, tapınak bahçeleri ve nehirlere yakın bölgeler adeta bir doğa şölenine dönüşüyor. Herkes piknik yapıyor, fotoğraf çekiyor, doğayı seyrediyor.
Eğer renkli doğa manzaraları seviyorsanız ikinci en popüler dönem Kasım ayı. Sonbahar yapraklarının kızıl tonları özellikle Kyoto ve Nara gibi doğayla iç içe yerlerde müthiş bir görsel deneyim sunuyor.
Yaz ayları (Temmuz–Ağustos) genellikle sıcak ve nemli. Kışın ise Japonya'nın kuzey bölgelerinde (özellikle Hokkaido’da) kar yağışı fazla. Eğer kayak tatili düşünüyorsanız kış da iyi bir seçenek olabilir. Ama genel olarak, ilkbahar (Mart–Mayıs) ve sonbahar (Ekim–Kasım) ayları Japonya için en ideal seyahat dönemleri.
3. Japonya Hava Durumu
Japonya’nın hava durumu bölgeden bölgeye çok değişken. Ben Tokyo ve çevresini gezdim, Nisan ayında genellikle ılık ve güneşli günler geçirdim ama birkaç gün ani yağmura da yakalandım. Japonya'da şemsiye taşıma kültürü çok yaygın. Her konbini’de (market) küçük, taşınabilir şemsiyeler satılıyor ve çok pratikler.
Japonya’nın kuzeyi (örneğin Hokkaido) kışın ciddi şekilde kar alıyor, güneyi ise daha ılıman. Yaz aylarında hem sıcaklık hem de nem oranı oldukça yüksek olabilir, özellikle Osaka ve Kyoto’da. Havanın aniden değişmesi çok normal, bu yüzden mevsim geçişlerinde kat kat giyinmek akıllıca olur.
4. Japonca
Japonya’da İngilizce bilinirliği beklediğimden daha azdı. Özellikle yaşlı nüfus İngilizce konuşmuyor ama Japonlar inanılmaz yardımsever. Anlamasalar bile bir yolunu bulup yardımcı olmaya çalışıyorlar. Telefonumda Google Translate’in Japonca çeviri modunu kullandım. Offline indirerek her zaman yanımda taşıdım ve çok işe yaradı.
Ayrıca birkaç kelime öğrenmek sizi bir anda “yakın” biri yapabiliyor.
“Arigatou gozaimasu” – Teşekkür ederim
“Sumimasen” – Affedersiniz / Pardon
“Konnichiwa” – Merhaba
“Sayonara” – Hoşça kal
5. Japon Mutfağı
Japonya’ya gitmeden önce en merak ettiğim konulardan biri yemekti. Çünkü Japon mutfağı deyince çoğumuzun aklına sadece sushi geliyor ama bu, kocaman bir okyanusun sadece yüzeyi. Japonya’da yemek, bir kültür, bir sanat ve neredeyse meditasyon gibi.
İlk günümde ramen içtim — sıcak, buharlı, yoğun aromalı bir kase. İçinde el yapımı noodle’lar, yumuşacık chashu (domuz eti), haşlanmış yumurta ve miso ya da shoyu bazlı et suyu... Her lokması mutluluktu. Sonra okonomiyaki denedim — Japon pizzası diyebiliriz ama tavada pişirilen, içinde lahana, et, deniz ürünleri ve özel soslarla servis edilen bambaşka bir şey. Osaka bu yemeğin memleketi.
Sokakta her adımda takoyaki kokusu: dışı çıtır, içi yumuşak ahtapot dolgulu toplar. Konbinilerde bile sıcak yemekler, sandviçler, mochi gibi tatlılar, bento kutuları inanılmaz uygun fiyatlara sunuluyor.
Tatlılara gelince… Matcha (yeşil çay) aromalı her şeyle tanıştım. Çikolatası, dondurması, kekleri… Japonlar tatlıyı şeker patlaması olarak değil, “denge” içinde sunmayı seviyorlar. Hafif, zarif, aşırıya kaçmadan.
Bir öneri: İzakaya denen Japon meyhanelerinde yerel halkla oturup çeşitli küçük tabaklar deneyin. Hem ortam hem tatlar unutulmaz oluyor.
6. Japon Filmleri
Japonya’dayken bir sinemaya gitme şansım olmadı ama kaldığım otelde yerel TV kanallarında birkaç Japon filmine denk geldim. Alt yazı yoktu ama mimik, ışık ve tempo her şeyi anlatıyordu. Japon sineması, özellikle detaylara olan hassasiyeti ve sade anlatımıyla öne çıkıyor.
Japonya'ya gitmeden önce izlenmesi gereken bazı filmleri önereyim:
🎬 Spirited Away (Sen to Chihiro no Kamikakushi) – Studio Ghibli'nin başyapıtı
🎬 Departures (Okuribito) – Ölümle ilgili sade ve dokunaklı bir hikâye
🎬 Your Name (Kimi no Na wa) – Anime türünde modern bir klasik
🎬 Shoplifters – Japon toplumunun görünmeyen yüzünü anlatıyor
Kyoto’da birkaç Studio Ghibli ürün mağazası gezdim; çocukluğumun hayalleri raflardaydı. Eğer Japonya’ya gitmeden önce Ghibli dünyasını tanırsanız, oradayken gördüğünüz birçok şey gözünüzde canlanacak.
7. Japon para birimi nedir?
Japonya'nın para birimi yen (¥). Gitmeden önce yaklaşık 200–300 dolar değerinde yen bozdurup yanıma aldım. Ama Japonya’da kredi kartı kullanımı sandığım kadar yaygın değildi. Özellikle küçük restoranlar, tapınak bağış kutuları, otomatlar ve bazı marketler sadece nakit kabul ediyordu.
Her şehirde kolayca erişebileceğiniz 7-Eleven ATM’lerinden yabancı kartla nakit çekebiliyorsunuz. Kur farkını göz önünde bulundurarak yüksek miktarda çekmek daha avantajlı olabilir.
Kartla ödeme en çok zincir marketlerde, elektronik mağazalarda, otellerde ve ulaşımda geçerliydi. Ama Japonya’nın hala büyük ölçüde bir “nakit toplumu” olduğunu unutmayın.
8. Japonya Uçak Bileti
Türkiye’den Japonya’ya gidiş pahalı gibi görünse de, biraz takip ve zamanlama ile uygun biletler bulmak mümkün. Ben biletimi yaklaşık 3 ay önceden aldım ve Qatar Airways üzerinden Doha aktarmalı olarak gittim. Gidiş-dönüş toplamda 14 saat sürdü ama uçuş konforluydu.
THY’nin direkt uçuşları da var, özellikle İstanbul–Tokyo hattı. Eğer uzun yolculuk sizi zorluyorsa bu hat tercih edilebilir ama fiyatlar genelde aktarmalılara göre biraz daha yüksek.
Bilet fiyatlarını takip ederken şu uygulamalar çok işe yarıyor:
✈ Skyscanner
✈ Google Flights
✈ Momondo
Kış sezonu (Ocak–Mart) genellikle daha uygun fiyatlı. Sakura zamanı (Mart sonu–Nisan) ise fiyatlar artıyor, o yüzden o dönemi hedefliyorsanız en az 3–4 ay önceden bakmakta fayda var.
🗾 Son Söz: Japonya’ya Gitmek Sadece Bir Seyahat Değil
Bu yolculuk benim için sadece farklı bir ülkeyi gezmek değil, aynı zamanda bir yaşam biçimini gözlemlemekti. Japonya bana saygının, düzenin ve sadeliğin aslında hayatı ne kadar kolaylaştırabileceğini gösterdi. Her sabah güne metroda sessizce kitap okuyan insanlarla başlayıp, her akşam sokaklarda ramen kokusuyla biten günler yaşadım.
Japonya... Adını bile söylediğinizde zihninizde birbiriyle hiç benzeşmeyen imgeler canlanıyor olabilir: Kiraz çiçekleriyle bezeli huzurlu bahçeler, teknolojinin sınırlarını zorlayan robotlar, kimonolu geishalar, neonlarla aydınlatılmış caddeler, usulca eğilen insanlar, dakikliğiyle ünlü trenler, ya da belki bir kase sıcak ramen. Ve bunların hepsi, evet, aynı ülkede gerçek. Japonya, modern çağın kalbinde yer alan ama geçmişin ruhunu özenle saklayan ender ülkelerden biri. İşte bu yüzden, yıllardır hayalini kurduğum bu ülkeye ilk adımımı attığımda, aslında neyle karşılaşacağımı tam olarak bilemediğimi fark ettim.
Seyahat planlamasına başlamadan önce kafamda onlarca soru vardı: Japonya gerçekten anlatıldığı kadar pahalı mı? İnsanlarla iletişim kurmak zor mu? Japonya’da ne yenir? Ulaşım sistemi nasıl işler? Hangi şehirler mutlaka görülmeli? Japonya’ya ne zaman gitmeli? Japonlar gerçekten bu kadar kibar mı? Ve elbette, bir gezgin olarak merak ettiğim detaylar da vardı: Japon mutfağını gerçekten sevecek miyim? Anime ve Japon sineması kültürünü orada nasıl deneyimlerim? Japonya’da kendimi kaybolmuş hisseder miyim, yoksa ülke beni kucaklar mı?
Bu yazıda, Japonya’ya gitmeden önce aklımı kurcalayan işte bu ve benzeri sorulara yanıt ararken edindiğim bilgileri, yaşadığım deneyimlerle harmanladım. Çünkü sadece internetten okunan bilgiler değil, o topraklara ayak bastıktan sonra edinilen hisler, kokular, tatlar ve küçük detaylar da seyahati anlamlı kılıyor. Japonya’da geçirdiğim günler boyunca yalnızca turistik değil, aynı zamanda kültürel ve kişisel bir keşif yolculuğu yaptım. Gördüğüm şehirlerin güzelliğinden çok, insanların davranışları, sokakların düzeni, toplumsal bilinç ve günlük yaşam pratikleri beni büyüledi.
Bu gezi yazısını hazırlarken özellikle Türk gezginleri düşündüm. Çünkü Japonya, coğrafi olarak bize oldukça uzak bir ülke olsa da, kültürel olarak ilginç bir biçimde tanıdık ve aynı zamanda yabancı. Bir yandan disiplinli yapıları, aileye ve geleneklere verdikleri değer bize çok benziyor; diğer yandan bazı davranışlar, alışkanlıklar ve sosyal kurallar oldukça farklı ve ilk başta anlamlandırmak zor olabiliyor. Bu farklılıkları doğru yorumlayabilmek, seyahatinizi sadece turistik değil aynı zamanda anlamlı bir kültürel deneyime dönüştürmek için çok önemli.
Bu yazıda, Japonya’ya dair merak ettiğim her şeyi başlık başlık ele aldım. Tokyo, Kyoto, Osaka, Nara gibi şehirlerde neler yapılır? Japon mutfağında neler tatmalı? Japonya’ya gitmek için en uygun mevsim hangisi? Japonca bilmeden orada rahat eder miyiz? Japonya millî futbol takımı neden bu kadar popüler? Japon yeni nasıl kullanılır? Güney Kore’ye geçmek mümkün mü? Japonya’da film kültürü nasıl yaşanır? Japonya’da ulaşım pahalı mı? Japonlar gerçekten sandığımız kadar kibar mı? Hepsi ve daha fazlası bu yazının içinde.
Eğer siz de Japonya’ya seyahat etmeyi planlıyorsanız ya da sadece bu ülkeyi daha yakından tanımak istiyorsanız, bu yazı tam size göre. Size sadece yolculuğun fiziksel tarafını değil, ruhunu da aktarmaya çalıştım. Gerçek sorular, gerçek deneyimler ve samimi bir anlatımla Japonya’yı birlikte keşfedelim.
9. Japonya
Japonya'yı tarif etmek için sadece "güzel" ya da "farklı" demek yetmez. Bu ülke başlı başına bir kültürel mozaik. Her şehirde, her sokakta karşınıza çıkan detaylar sizi şaşırtıyor. Bir yanda binlerce yıllık geleneklere dayanan tapınaklar, diğer yanda ışıkla yıkanan gökdelenler. Her şeyin belirli bir düzen içinde işlediği ama asla sıkıcı hissettirmeyen bir ülke.
Japonya'da saat gibi işleyen bir toplumsal yapı var. Kimse başkasını rahatsız etmiyor. Metroda telefonla konuşan birine rastlamak neredeyse imkânsız. Yerde çöp göremezsiniz ama sokakta çöp kutusu da yoktur! Herkes kendi çöpünü yanında taşır. Saygı, düzen ve bireysel sorumluluk ülkede yaşamın temel taşı gibi.
10. Japonya Turu
Benim Japonya turum Tokyo, Kyoto, Osaka ve Nara'yı kapsayan 12 günlük bir rotaydı. Japonya’da turlarınızı bireysel olarak da çok rahat planlayabilirsiniz çünkü altyapı mükemmel. Japonya Rail Pass (JR Pass) mutlaka alınmalı. Şehirler arası hızlı tren (shinkansen) kullanmak hem keyifli hem de çok pratik.
Her şehirde farklı bir tema yaşıyorsunuz. Tokyo teknolojiyi ve kalabalığı; Kyoto tarihi ve doğayı; Osaka eğlenceyi ve lezzetleri; Nara ise huzuru temsil ediyor. Tur planı yaparken "her güne bir şehir" değil, "her şehirde birkaç gün" mantığını benimsemenizi öneririm. Japonya hızlı gezilecek değil, sindirilerek yaşanacak bir yer.
11. Tokyo Turu
Tokyo, Japonya’nın kalbi. İlk bakışta devasa bir beton ormanı gibi görünebilir ama aslında her köşesinde bir hikâye, bir detay, bir sürpriz saklı. Ben Tokyo’da toplam 4 gün geçirdim ve yine de "yetmedi" dedim. Çünkü Tokyo bir şehir değil, bir evren gibi: Shibuya'dan çıkıyorsunuz bir dünya, Asakusa'ya geçiyorsunuz bambaşka bir dünya.
İlk günümde Shibuya'nın meşhur kavşağında insan seline karıştım. Dünyanın en kalabalık yaya geçidi olması tesadüf değil. Hemen yanında dev ekranlar, Starbucks manzarası ve gençliğin enerjisi var. Shinjuku'da gökdelenlerin gölgesinde kaybolurken bir anda bir tapınakla karşılaşmak size “bu şehirde her şey mümkün” dedirtiyor.
Harajuku’da gençlerin çılgın modası, Akihabara’da anime ve teknoloji kültürü, Ueno Parkı’nda müzeler ve sakura ağaçları... Tokyo’nun her semti ayrı bir karaktere sahip. Asakusa’daki Sensoji Tapınağı, geleneksel Japon atmosferini yaşamak isteyenler için ideal. Yanında Japon sokak lezzetleriyle dolu küçük bir çarşı var — burada ilk kez “taiyaki” denilen tatlı balık şeklindeki kekleri denedim.
Gece olduğunda Tokyo başka bir kimliğe bürünüyor. Neon ışıkları, yüksek sesli reklam anonsları, dolup taşan ramen restoranları… Ama ilginçtir, bu kadar kalabalık bir şehirde bile kendinizi huzurlu ve güvende hissediyorsunuz.
Ulaşım konusuna gelince: Tokyo metrosu başlı başına bir mühendislik harikası. Haritaya ilk bakışta korkabilirsiniz ama birkaç binişten sonra sistem alışkanlık yaratıyor. Google Maps ya da “Navitime” uygulamalarıyla metro kullanmak çok kolay.
12. Osaka Turu
Osaka, Tokyo’dan sonra bana “daha yaşanılası” bir şehir gibi geldi. Daha az kuralcı, daha çok güler yüzlü, daha samimi. Özellikle Dotonbori bölgesi geceleri tam bir festival havasında. Nehir kenarında yürüyüş, dev reklam panoları (meşhur “Glico Man” dahil), sokak müzisyenleri ve bol bol yemek!
Osaka, Japonya’nın yemek başkenti olarak anılıyor. Sokak lezzetlerinden restoranlara kadar her şey lezzetli. Benim favorim takoyaki (ahtapot dolgulu toplar) ve okonomiyaki (Japon pizzası gibi düşünebilirsiniz) oldu. Sokakta pişirilen yiyecekleri seyrederek yemek bambaşka bir keyif.
Ayrıca Osaka Kalesi de tarih ve doğayı bir arada sunan muazzam bir nokta. Kaleye çıkarken çevresindeki parkta yürüyüş yapabilir, sakura zamanı gittiyseniz fotoğraflarla dolu bir gün geçirebilirsiniz.
Osaka'nın bir başka artısı da Universal Studios Japan. Eğer sinema, animasyon veya tema park seviyorsanız burası mutlaka listeye girmeli. Özellikle “Harry Potter World” ve “Super Nintendo World” bölümleri inanılmazdı.
13. Kyoto Turu
Kyoto… Ah Kyoto! Japonya’nın ruhu burada yaşıyor desem abartmış olmam. Tokyo ve Osaka’nın modern enerjisinden sonra Kyoto’nun dinginliği sizi sarıyor. Geleneksel evler, kimono giymiş insanlar, daracık sokaklar, tapınaklardan yükselen tütsü kokusu… Zamanın durduğu bir şehir gibi.
Kyoto’da altın kaplamalı Kinkaku-ji Tapınağı, bambu ormanlarıyla ünlü Arashiyama bölgesi, Fushimi Inari Tapınağı'nın o meşhur kırmızı torii geçitleri ilk görülmesi gereken yerler arasında. Ama benim için asıl büyü, sokak aralarındaki küçük çay evlerinde ve nehir kenarında yürüyüşlerde saklıydı.
Geisha kültürünü merak ediyorsanız Gion bölgesi doğru adres. Akşam saatlerinde yürürken sessizce ilerleyen, zarifçe selam veren geleneksel kıyafetli kadınları görmek mümkün. Kyoto’yu gezmek için en az 2 gün ayırmak şart. Ama ruhunuzu dinlendirmek istiyorsanız birkaç gün daha fazla bile kalabilirsiniz.
14. Nara Turu
Kyoto’dan yaklaşık 45 dakikalık tren yolculuğu ile ulaşılan Nara, Japonya gezimin en huzurlu duraklarından biriydi. Burayı özel kılan en önemli şey ise serbestçe dolaşan sevimli geyikler. Nara Parkı'na adım attığınız anda sizi çevreleyen onlarca geyik arasında yürümeye başlıyorsunuz. Elinizde geyik bisküvisi varsa biraz fazla ilgi görebilirsiniz ama korkmayın, çok nazikler.
Tōdai-ji Tapınağı Japonya'nın en büyük ahşap yapılarından biri ve içinde dev bir Buddha heykeli barındırıyor. Burası sadece mimari olarak değil, manevi anlamda da etkileyici. Geyikler, tapınaklar, bahçeler ve genel atmosfer o kadar huzurlu ki burada saatlerin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz.
15. Japonya Millî Futbol Takımı
Açıkçası Japonya’ya gitmeden önce aklımda futbolla ilgili pek bir şey yoktu. Ama Tokyo sokaklarında gezerken özellikle gençlerin Japonya millî futbol takımının formalarını gururla taşıdıklarını görünce ilgimi çekti. Bazı mağazalarda milli takımın güncel formaları, geçmiş turnuvalardaki başarılarını anlatan posterler ve hatta bazı oyunculara özel ürünler satılıyordu. Hatta bir kafede eski Dünya Kupası görüntüleri dönüyordu.
Japonya’da futbol ciddi bir takipçi kitlesine sahip. Japon millî takımı son yıllarda Asya kıtasında büyük başarılar elde etmiş, özellikle 2002 Dünya Kupası'nda (Güney Kore ile birlikte ev sahipliği yaptıkları) büyük ses getirmiş. Taraftarlar son derece centilmen, maç günleri bile sokaklar sessiz ve düzenli. Eğer zamanınız denk gelirse Japonya’da bir J-League maçına gitmenizi öneririm; kültürel bir deneyim gibi hissediliyor.
16. Güney Kore Turu
Japonya’dan sonra rotamı Güney Kore’ye çevirdim. Tokyo-Seul arası uçuş yaklaşık 2.5 saat ve oldukça yaygın. Seul, Japonya'dan farklı bir enerji taşıyor. Daha hareketli, daha renkli ama bir o kadar da karmaşık. Sokak yemekleri cıvıl cıvıl, insanlar daha sosyal ve doğrudan.
Güney Kore ile Japonya arasındaki farkı hissetmek çok öğreticiydi. Japonya sessiz bir zarafet taşıyor, Kore ise dışa dönük bir dinamizm. Japonya’nın yapısal disiplini sizi etkilerken, Seul'de daha içgüdüsel bir enerji hissediyorsunuz.
17. Seul Turu
Japonya'dan sonra kısa bir kaçamakla Güney Kore'ye, yani Seul'e geçtim. Tokyo’dan Seul’e direkt uçuşlar oldukça sık ve yaklaşık 2,5 saat sürüyor. Eğer Japonya’daki seyahatinizi biraz daha zenginleştirmek isterseniz Seul harika bir tamamlayıcı destinasyon olabilir. İki ülke arasında tarihsel farklılıklar olsa da, modern kent yaşamı bakımından oldukça ilginç kıyaslamalar yapabiliyorsunuz.
Seul, Japonya'ya göre daha enerjik ve daha spontane bir şehir gibi geldi bana. Özellikle Myeongdong bölgesi cıvıl cıvıldı. Sokak yemekleri (kızarmış tavuk, tteokbokki, bal balığı gofretleri vs.), giyim mağazaları, kozmetik dükkanları, K-Pop posterleri her köşe başında karşınıza çıkıyor.
Gyeongbokgung Sarayı’nda geleneksel kıyafetlerle gezen Korelilerle birlikte fotoğraf çektirmek oldukça keyifliydi. Japonya’da olduğu gibi burada da metro sistemi çok gelişmiş, dil bariyeri ise çok daha az hissediliyor çünkü gençlerin çoğu İngilizce konuşuyor.
Seul’de geçirdiğim 3 gün boyunca Japonya’nın dinginliği ile Kore’nin coşkusunu birebir kıyaslama şansım oldu. Her iki ülke de kendine özgü ritmiyle etkileyici ama Seul kesinlikle daha “sesli” ve dışa dönük bir şehir.